Aslî Kudret ışığı konisi

Aslî Kudret ışığı konisi; Aslî Prensibin (Aslî Prensip) ‘kâinatlar’a ve ruhlara yönelmiş Kudretleri’nden bizim kâinatımıza yönelmiş olanının sezgisini ve kâinatımızda ‘inkişaf’ ve ‘tekâmül’ün nasıl yürüdüğünün sezgisini insanlara verebilmek üzere başvurulmuş, bu Kudret’in ya da icapların, bir ışık konisine (bir noktadan konik şekilde inen ışık demetine) benzetildiği sembolik tasvirdir. (189,190, 191, 195)

Bu sembolizmde, ışık konisinin ışıkları, Aslî Prensibin Kudreti’ni veya icaplar (Aslî icap) bütününü temsil etmekte olup, Aslî Prensibin kendisi olarak düşünülmemelidir ve bu, Aslî Prensibin ancak bizim kâinatımıza yönelik, sadece kâinatımıza mahsus bir kudretidir, yani ‘madde kâinatı’ ile ‘ruh’ların ilişkisiyle ilgili olan kudretidir. (190, 191, 195)

Bu sembolizmdeki Aslî Prensibin bizim kâinatımıza yönelmiş kudreti (Aslî Kudret); ruhların kâinatımızla ilgili tekâmül ihtiyaçlarına cevap veren tüm ‘madde’ imkânlarının bu ihtiyaçlarla uyuşturulmasına (uyuşum sağlamalarına, uyuşumlu kılınmasına) yönelik icaplarının bütünüdür. (190, 196) Daha açık bir deyişle, Aslî Prensibin bu kudretinde hem ruhların sonsuz kâinatlara ilişkin ihtiyaçlarından, sadece kâinatımıza ilişkin olan, tekâmül kavramıyla sembolize ettiğimiz ihtiyaçları (yani tekâmül ihtiyaçları) içerilmiş, hem de kâinatımızın bu ihtiyaçlara tekabül eden (karşılık gelen) tüm madde imkânları içerilmiş (mündemiç, içkin) vaziyettedir. (190) İşte ruhların ihtiyaçlarını ve kâinat maddesinin tüm imkânlarını içeren Aslî Prensibin bu kudretinin ruhî ihtiyaçlar ile madde imkânlarını birleştirerek bir vahdet hâline getirmek gayesinin gerçekleşmesi (tamamen gerçekleşmesi), ‘tekâmül’ kelimesiyle ifadelendirilen mânânın en son ve en yüksek derecesini (verilmek istenen sezgiyi) anlatır. (190-191) Bu sezgi ruhların sonsuz kâinatlardan bir teki olan madde kâinatımıza ait ihtiyacı hakkındadır; burada diğer kâinatlar hakkında söylenmiş bir söz yoktur. (191)

Aslî Prensibin kâinatımıza ait durumu veya veçhesi, üstte “kudret” kelimesiyle sembolize edilmiş olmakla birlikte, Aslî Prensibin kâinatımıza ait durumu veya veçhesi, Dünyamızın basit hareketlerini bile izah edebilmeye muktedir olmayan bu kelimenin alelâde mânâsına kuşkusuz sığmaz. (190) Değil bu kelime, tüm kâinatımızda Aslî Prensibin herhangi bir durumunu ifade etmeye yetecek hiçbir kelime, mânâ, imaj veya hareket yoktur. (190) Ancak, çaresiz kalındığı için, bilinen mânâlarından tecrit edilerek (ayrı tutularak, uzak tutularak, soyutlanarak), sırf bir sembol olarak, Aslî Prensibin kâinatımıza ve orada tatbikatlarını görecek ruhlara yönelik cephesi (burada kullanılan “cephe”, “veçhe”, “durum” ifadeleri dahi asıllarını ifade etmekten âciz sembollerdir) “kudret” kelimesiyle ifade edilmiştir. (190)

Işığın amorf maddeye inişi ve ilk safha (hidrojen-altı safhası)

Bu ışık, kaynağından çıktığı anda bir koni hâlinde, âtıl, amorf ve pasif olarak bekleyen kâinat cevherine, yani ‘aslî madde’ye iner; ışık konisinin aslî maddeye ilk düştüğü saha derhal aydı nlanır; ışığın tepesi o kudrette, tabanı da aslî maddededir. (191) O ışıkta hem ruhların ihtiyaçları, hem de bu ihtiyaçlar karşısında maddede tecelli edecek imkânların tümü içerilmiş vaziyette olup, bu ihtiyaçlar ile imkânlar ancak o ışık içinde birleşecek ve tekâmül gerçekleşecektir. (191) İşte o ışığın bu gerçekleştirici kudretlerine “icap” (Aslî icap) denir. (191) Şu halde her kâinata göre ayrı bir cephesi ve durumu bulunan “icab”ın kâinatımıza ait (ilişkin) cephesi; ruhların ihtiyaçlarının madde imkânları ile “bir kılınma”sını (tevhidini) sonuçlandırmaya yönelik olan, Aslî Prensibe ait kudretin kendisidir. (191)

Bu projektör ışığının kâinatımıza ilk indiği yer, aslî maddenin amorf hâlidir. (191) Bu ifadeleri dünyadaki mekân kavramına göre düşünmeden sezmeye çalışmak gerekir; aslında ortada ne bir mahal (yer), ne de mesafe vardır. (191) Bu imajlar ancak, büyük hakikatin insanlara hitap edebilecek cephesi hakkında, sezgi verebilmek için zikredilmektedir. (191)

Işık konisinin amorf maddeye ilk düştüğü saha derhal aydınlanır. (191) Işık konisinin aslî maddede bulunan tabanındaki bu aydınlık, tatbikata başlayacak ilk ruhların ihtiyaçlarının, o temas sahasındaki madde imkânları ile karşılaşmış olduğunu ifade eder. (191-192) Burada taban henüz pek az aydınlık ve tepeden çok uzakta bulunur. (192) Bu yüzden bu sahaya “karanlık bir safha” denir. (192)

Bu sahada cereyan eden hâl şudur: Işığın madde ile temas eden nihai (en alt) kısmında, yani koninin tabanında içerilmiş olan “ruhların ihtiyaçları” karşısında âtıl madde harekete geçmiş ve bu hareketle de ruhların “mekanik tekâmül” prensibi işlemeye başlamıştır. (192) Hidrojen-altı safhası. Bu hâl gerçekleştikten sonra, yani amorf maddede ilk imkânlar tezahür ettikten sonra, projektör ışığının aydınlattığı saha, yani ışık konisinin tabanı daha fazla aydınlanmaya başlar. (192) Aynı zamanda taban yavaş yavaş tepeye doğru yükselmeye ve koninin tepesiyle tabanı arasındaki mesafe kısalmaya başlar. (192) Fakat burada belirtilen mesafeyi, kilometrelerle ölçülecek gerçek bir uzunluk mânâsında ele almamalı ve bunların birer sembol olduğu unutulmamalıdır. (192)

Maddelerin imkân tezahürleri arttıkça koninin tabanı biraz daha aydınlanır ve tepeye yaklaşmaya devam eder. (192) Bu demektir ki, maddenin imkânları gittikçe daha çok tezahür etmekte, bu tezahüre neden olan ruhların daha geniş çaptaki ihtiyaçları karşılanmakta ve dolayısıyla inkişaflar artmaktadır. (192) Böylece, kâinattaki tekâmülün ilk mekanik prensibi, yani uzun ve karanlık bir saha olarak ifade edilen ‘hidrojen-altı safhası’ gelişir. (192)

Pasif intibaklar safhası

Işık konisinin tabanı hidrojen safhasının başlangıç sahasına kadar yükselir. (192) Buradan itibaren ruhlar artık maddelere bağlanır. (192) Monotonluğun ve mekanikliğin hâkim olduğu, çok uzun zaman sürecek bu safhada, ruhların çok yavaş tempoyla kompleksleşen maddenin hareketlerine pasif ve mekânik olarak ilk intibak etme tatbikatları başlar. (192) Bu bakımdan bu safhaya tekâmülün ‘pasif intibaklar safhası’ da denir. (192) Ruhlar bu safhada, ebediyet kadar uzun süren bir zaman boyunca, esaret içinde, bir pasiflikle sürüklenerek, sadece maddenin hareketlerine alıştırılacaklardır. (192) Işık konisinin tabanı burada, önceki hâline kıyasla biraz daha aydınlanmış ve biraz daha yükselmiş durumdadır. (192)

Varlık safhası ve bitkilik safhası

Işık konisinin tabanı aydınlanmaya devam ederek hidrojen atomunun ‘varlık safhası’na kadar yükselir. (193) Bu safhadan itibaren ruhların maddenin hareketlerine pasif ve mekanik olarak intibak tatbikatları bitmiş, ilk basit aktif davranışları başlamış ve maddelerde de artık “ruhların aktif davranışlarıyla inkişaf” prensibi başlamıştır. (193, 192) Bu safhada hem ruhların ilkel bir faaliyeti, hem de bu faaliyeti çok sıkı kontrol altında tutan ve destekleyen bir ‘otomatizma’ prensibi mevcuttur. (193)

Bundan sonra, yükselmesine devam eden ışık konisi, varlıkları ‘idrak’in ilk pırıltıları olan “sezgi”lere hazırlayıcı, bitki bedenlerinin kurulması safhasına yükselir. (193) Bitkilerde ilk ilkel sezgilere geçiş egzersizleri başlar. (193) Bu safhada özgürlüğün sınırı –yine pek dar olmakla birlikte– bir miktar daha genişletilmiş ve “sezgi otomatizması” başgöstermiştir. (193)

Hayvanlık safhası

Koninin tabanı yükseldikçe bu sezgi otomatizmaları kapsam kazanarak hayvanlardaki sezgilere dönüşecektir. (193) Hayvanlarda inkişaf, bitkilerdekine nazaran biraz daha hızlıdır. (193) Koninin tabanı ‘hayvanlık safhası’ndan ‘insanlık safhası’na doğru yükseldikçe hayvanlarda, insanlardaki bazı idrakî özelliklerin ilk hazırlıkları da belirmeye başlar ve insan ‘melekeler’ine benzer bazı durum ve hâller görülür. (193)

İnsanlık safhası

Işık konisinin tabanı aydınlanmasına devam ederek ve yükselerek idraklerin başladığı, hidrojen âleminin insanlık safhasına gelir. (193) Buradan itibaren vazife plânına hazırlığın yarı idrakli bir “sübjektif tekâmül safhası” (Sübjektif tekâmül devresi) başlar. (193) Buradaki saha oldukça aydınlanmış durumdadır. (193) Işık konisinin tabanı böylece tepesine doğru yaklaştıkça idrakler aydınlanır, ‘vazife plânı’ndan itibaren başlayacak olan safhaya doğru hazırlıklar ilerler. (193)

Vazife safhası ya da aktif intibaklar safhası

Işık konisinin tabanı nihayet insan-üstü ve hidrojen âlemi ötesi olan vazife plânı safhasına kadar yükselir. (193) Koninin tabanı bu safhaya ulaştığında artık saha iyice aydınlanmış durumdadır. (193) İşte buradan itibaren icaplar açık olarak tezahür ederler ki, bu durum da, idraklerin icaplara hızla intibak etmelerini sağlar. (193) Yani buradan itibaren ruhların davranışları ile icaplar birleşmeye başlayacaklardır. (193) Varlıklar buraya kadar, ışık konisinin tabanını ancak çeşitli mekanizmalar vasıtasıyla, adeta yukarı doğru itilerek ve sürüklenerek takip edebiliyorlardı. (193-194) Oysa bundan sonra idraklerinin icaplarla meydana gelecek birleşmelerinin liyakatleri sayesinde, ışık konisinin huzmelerine kendi idrakleriyle tırmanarak, didinerek çıkmaya başlarlar; yani tepeye doğru artık aktif bir şekilde çıkmaya başlarlar ki, bu da idraklerin icaplara intibak ettiği oranda, yani onlarla vahdet hâline girebildiği oranda hızlı olur. (194) O yüzden buradaki yürüyüşe tekâmülün aktif intibaklar safhası da denir. (194) Aktif intibaklar, Vazife safhası. Bu safhada tekâmül geçmiş safhaya nazaran objektif karakterdedir. (194) Objektif tekâmül.

Vazife plânı’ndan itibaren, varlıklar, ışık konisinin tabanından tepesine doğru, gittikçe artan bir “kudret imkânları bolluğu” içinde tırmanmaya başlamalarına karşın, tepeye kadar katedecekleri mesafe, onlar için henüz çok uzundur. (194) Yani, tepeye olan mesafe, aslî maddeye inen ışık konisinin ilk safhasındaki tabanın tepeye olan mesafesine oranla bir hayli kısalmış bulunmakla birlikte, vazife safhasının ilk kademelerinde bulunan bir varlık için, yine, taban ile tepe arasında, ebediyet kadar uzun denecek (tamamlanması varlık için ebediyet kadar uzun sürecek) bir mesafe bulunmaktadır. (194) Buna karşılık, vazife plânı nda iyice aydınlanmış olan koni tabanı, aydınlığını bundan sonra pek büyük bir hızla arttıracak ve tepeye yükselme hızı öncekilerle kıyas edilemeyecek derecede fazlalaşacaktır. (194) Bu safha “hakiki bir tekâmül” safhasıdır. (194) Objektif tekâmül.

Bu safhadan itibaren koninin artan aydınlık sahaları, tepeye doğru yükseldikçe, ruhların davranışlarının ve idraklerinin kâinat icapları ile intibak etmelerine hız kazandıracak ve vahdet sahası (idrakler ile icapların vahdet sahası) tepeye yaklaştıkça da o oranda genişleyecektir. (194)

İnsanlık safhası ile vazife safhasının kıyaslanması

İnsanlık, geçirilmiş az çok pasif inkişaf safhaları ile gelecek aktif ve hakiki tekâmül plânları arasında kalan, yarı idrâkli ve sübjektif hazırlıkları sağlayan, hazırlayıcı durumdaki, ara (arasat) bir ‘plân’dır ve bu bakımdan çok büyük öneme sahip bir safhadır. (196) İnsanlık safhasından sonra vazife plânı safhasına ya da kısaca, vazife safhasına geçilir. (196) İnsanlık safhasında idrakler henüz ‘vazife’ bilgisiyle aydınlanmış bulunmadığından vazife plânına ait aktif intibaklar insan hayatında başlamaz. (196) Çünkü insanlık safhasında ruhların hiçbir davranışı henüz hiçbir icapla tam bir vahdet oluşturabilecek kudrete ermiş değildir. (196) İnsanlar üst plânda olduğu gibi ışık konisine henüz kendi kudretleriyle tırmanıp çıkabilecek duruma gelmemişlerdir. (196) Bununla birlikte insanlık safhasına gelmiş bir varlık, artık idrakli yükselişlerin başladığı vazife safhasının eşiğine ulaşmış ve o safhanın doğrudan doğruya hazırlıklarına başlamış demektir. (196)

İnsanlık safhasını tamamlayan ve ‘sevgi plânı’ denilen ‘yarı-süptil âlem’de gereken hazırlıklardan sonra vazife plânına geçen varlıklar, zamanla gittikçe genişleyecek olan grupları ve bu grupların genişlemesiyle benzerlik (tev’em) kazanacak idraklerin artması sayesinde, vazife plânının ilk kademelerinden itibaren, ilâhî icabı (Aslî icapları) taşıyan ışık konisinin zirvesine doğru, gittikçe büyük bir olgunlaşma hızıyla tırmanarak yükselmeye başlarlar. (319) Vazife plânı, “açık bir idrak”le başlanabilen bir merhaledir; vazife plânına kadar gelen otomatik, yarı idrakli inkişaflar burada tam idrakli bir safhaya girmiştir. (237) Objektif tekâmül. (237) Bunun da açık mânâsı (ışık konisi sembolizmindeki ifadesi) şudur: Varlıkların idrakleri, önceden adeta itilerek, sürüklenerek tırmandıkları ışık konisi huzmelerine, artık bizzat kendi kudretleriyle intibak etmeye başlamış bulunmaktadır. (237,194) Bu yüzden vazife safhasına “aktif intibakların başladığı safha” da denir. (237) Bu safhada ilerlendikçe idraklerin icaplara intibak sahaları da genişler, yani idrakler, tekâmül edildikçe, akan aslî zaman içinde, ruh ve kâinat ilişkilerine ait (ilişkin) ilâhî icaplara daha geniş çaplarda intibak ederler. (237)

Vazife plânının ilk kademelerinden Ünite’ye kadar uzanan ve sonsuz görünen yolların katedilmesi çok komplike mekânizmalarla meydana gelir: (238)

Koni tabanı vazife plânının ilk kademelerine yükseldiğinde, varlıklar tepeye doğru artık kendileri tırmanmaya başlamışlardır. (238) Burada, idrakler belirli icaplarda iştirak etmiş (icaplarla bir olmuş, birleşmiş) ve bu birleştikleri noktalarda bir tek varlık hâline gelmişlerdir. (238) Böyle bir hâl vazife plânının altındaki âlemde, mesela dünyada yoktur: (238)

Tam mânâsıyla hiçbir hakikate (Hakikatler) ulaşmaları mümkün olmadığından insanlar, hakikatin yalnızca görecelikleri (izafiyetleri) içinde, yani ‘realite’lerde yaşamaktadır. (238) Dolayısıyla dünyada ne kadar idrak varsa o kadar realite mevcuttur. (238) Çünkü dünyada hakikatin kendisi değil, idraklerin çeşitli kapasitelerine göre değişen, hakikatlerin çeşitli ve izafî tecellileri sözkonusudur. (238) Farklı farklı idraklerin farklı kapasitelerine göre kıymetlenecek şeyler de, kuşkusuz birbirlerinden farklı olacaktır. (238) Bu yüzden dünyada hiçbir nokta üzerinde, idraklerin tam mutabakatı (intibak hâlinde olması, birleşmesi) ve vahdeti mümkün olamaz; bu, ancak realitelerin, yerlerini hakikatlere bıraktığı ‘vazife plânı’nın ilk kademelerine geçilmesinden itibaren başlar. (238, 237, 242)

Varlıklar, idrak vahdetlerinin ilk adımına, ‘kader mekânizması’nın icapları altında, vazife plânında başlarlar ki, buna “idraklerin icaplara, ‘hakikatler’e ulaşması, gerçekleşmesi” denir. (239) İşte varlıkların, vazife yükümlülüğünü (Yükümlülük) doğuran zaruret bu gerçekleşmeden ileri gelir. (239) Gerçekleşme projektör ışığı sembolüyle ifade edilen ‘aslî icap’lara idraklerin intibak etmesi anlamına gelir ki, ilk gerçekleşmeler vazife plânının ilk kademelerinde başlar, yüksele yüksele Ünite’de son kapsamına (en kapsamlı hâline) ulaşır. (239) Bu sembolizmde varlıkların, kâinata inen Aslî Kudret ışığı huzmesine tırmanarak yukarılara çıkması demek, o ışık huzmelerinin kapsamında mevcut tüm icaplara idraklerinin gittikçe intibak etmesi demektir (Aktif intibaklar), o ışığın ahengine girip o ahenge gittikçe daha geniş çapta karışmaları demektir. (239) Ahenkten olmak

Kâinatın sonu olan Ünite’ye varış

Vazife plânının ilk kademelerinden itibaren varlıklar, Aslî Kudret ışığına tırmandıkça bulundukları noktalara kadar meydana gelen intibakları derecesinde, tedricen kâinat cüzlerine hâkim durumlara geçerler ki, bu hâkimiyet Ünite’ye vardıklarında tamamlanacaktır. (240) Ruhların idrakleri ile icapların birleşme sahaları böyle genişleye genişleye ilerlerken, koninin gitgide yükselen tabanı nihayet öyle bir noktaya (tepe noktasına) gelir ki, orada ruhların bu kâinata ilişkin tüm davranış ve idrakleri ile icapların bütünü tam bir vahdet hâlini alır: (194) Tırmanış ‘Ünite’ denilen, kâinatın bu son imkân sınırlarına geldiği zaman, varlıkların birleşik idrakleri, bu ışık huzmesinin içerdiği tüm icaplara intibak etmiş, tam o ahenkten olmuş ve dolayısıyla kâinat cüzlerine ve bütününe hâkim bir durum almıştır. (239-240) Yani o varlıklar, kâinatın bizzat kendisi olmuş gibi, o büyük vahdete karışmıştır. (240)

Böylece koninin artık tepeye gelmiş olan tabanı da, yolculuğunu tepedeki bu tek nurlu noktada tamamlamış olur. (194) Bütün davranışların, idraklerin, imkânların, tesirlerin, kısaca icapların birleştiği bu tek nurlu nokta, ışık konisinin indiği, Ünite denilen idrak vahdetidir: (194-195, 244)

• Bu, bütün kâinattır. (195)

• Bunun tek bir ‘manyetik alan’ı vardır: Kâinatın tek manyetik alanı. (195)

• Bu noktada ayrılık gayrılık yoktur; orada her şey birleşmiştir. (195)

• Orada tek bir idrak, tek bir davranış, tek bir icap, kısaca, tek bir kâinat söz konusudur.

(195)

• İşte bu nokta, kâinatta tekâmülün tahakkukunu (hakikatleşmesini, gerçekleşmesini) ifade eder. (195)

Bütün bu bilgilerden anlaşılacağı gibi, ışık konisi, kâinatın kendisidir ve kâinat, ancak bu ışık konisiyle, aslî icaplarla var olmaktadır. (195) Kâinatın o koninin huzmelerinden yoksun kalan bir tek noktası dahi derhal kararmaya, amorf hâle düşmeye, yani insanların anladığı mânâda yok olmaya mahkûm bir duruma düşer ki, kâinatın Ünite’den süzülerek gelen aslî tesirlerin kapsama ve kuşatması dışında kalabilen hiçbir zerresi yoktur. (195) Bu bilgileri alanlar “kâinatta her kıpırdanışın, ancak Ünite’nin tensibi (uygun görmesi) ve kontrolü altında mümkün olabildiği, mümkün olabileceği” hakikatinin sezgisine, daha güçlü olarak sahip olmuş bulunacaklardır. (195)

Bütün kâinat olaylarının ve oluşumlarının gayesi, “ruhlar” denilen, mahiyetini asla bilmediğimiz hakikatlerin (Kâinatlar-üstü hakikatler) kâinatımıza ait “tekâmül” şeklinde (“tekâmül” diye) kabul edilen, “ihtiyaç” kavramı ile sembolleştirilen (bir dünya kelimesi olan “ihtiyaç” kelimesiyle ifade edilmeye çalışılan), durumlarının gerçekleşmesidir (ruhların madde kâinatına yönelik ihtiyaçlarının giderilmesinin gerçekleşmesidir). (246) İşte “tam idrakine varamadığımız Ünite”, bu gerçekleşmenin (bunun tamamen gerçekleşmesinin) ifadesidir. (246) Kâinat içinde, her şey oradan gelir, kâinat oradan idare edilir. (246) Kâinatın her zerresi hâline girerek onu yürüten, var eden Küllî Işık (kâinatın tüm cüzlerine, bütününe ilişkin ışık) huzmeleri oradan fışkırır. (246)

Özetle, Ünite, ‘varlık’ların kavrayamayacakları ve ancak oraya girdikten sonra kavuşabilecekleri, kâinatın küllî bir idrak, icap ve imkân vahdetidir. (246) İnsanlara bundan daha ilerisini söylemek imkânsız ve lüzumsuzdur. (246)

Ünite, kesinlikle ruhlar ile Aslî Prensibin birliği değildir

Büyük bir yanılgıya düşülmemesi için şu noktayı önemle belirtmek gerekir: Işık konisinin tepesi ya da ışık kaynağı Aslî Prensibin kendisi değildir; O’nun bütün kâinatlara değil, sadece kâinatımıza mahsus bir kudretidir. (195, 190) Aynı şekilde, ruhların davranışları da ruhların kendileri değildir ve bütün kâinatlara değil, ancak madde kâinatına ilişkin ihtiyaçlarının tecellisidir. (195) Dolayısıyla burada Ünite’yi Aslî Prensibin, maddenin ve ruhların birleşmiş olduğu bir durum olarak düşünmek hataların en büyüğü olur. (195) Burada vahdet-i vücut teorisinden söz edilmemektedir; ‘yüksek prensipler’ ile ruhların ve kâinatların tek bir varlık hâline girebileceği düşüncesi, insanı burada anlatılmak istenilen hakikatlerden tamamen zıt bir yöne doğru yöneltir ve bütün yüksek sezgilerini silip süpürür. (29, 245) Bu yazıları iyi anlayanlar, burada böyle bir kavramın kastedilmediğini bilirler. (29) Ünite’yi asla Aslî Prensibin, maddenin ve ruhların birleşmiş olduğu bir durum olarak düşünmemek gerekir. (195, 64) Buradaki bütün durumlar, ancak ‘madde kâinatı’ kavramı etrafında toplanan ruhî davranışlar ve icaplarla açılır ve kapanır. (195) Fakat onların ötesinde sonsuz olaylar sürer gider. (195)

Aslî Kudret ışığı ile kâinat ahengi

Kâinatın hiçbir zerresi, ışık konisinin huzmelerinin kapsamı dışında değildir. (273) Bu ilâhî Işık, ahengin kendisidir ve kâinatın bütün hareketleri ancak bu ilâhî Işık kudretiyle var olabilir. (273) Şu hâlde, ahenkten ayrılmak demek, bu hareketlerden yoksun kalmış olmak demektir ki, hareketlerden yoksun kalmış hiçbir maddenin, hiçbir varlığın mevcudiyeti ve bekası (varoluşunu sürdürmesi) düşünülemez. (273) Yani nerede hareket varsa, orada muhakkak ‘kâinat ahengi’nin bir tecellisi mevcuttur. (273)

Işığın kademeden kademeye zincirleme aktarımı

Kâinatın insanların sezebilecekleri kısımlarındaki organizasyonların faaliyetleri organ-organizatör ilişkileri içinde cereyan eder. (70) Bir ‘organizasyon’, kendisinden bir üst olan organizasyonun organizatörlüğü altında çalışır. (70) Organizatör konumundaki her üst organizasyon alt organizasyona ışık tutar; bu ışık da ona yine bir üst organizasyondan gelmiştir. (70) Bu hâl Ünite’ye kadar böyle uzanır (Ünite’den itibaren ışık böyle iner). (70) Böylece, Ünite’den tüm kâinata tutulan projektör ışığı, hiyerarşik olarak, vazife plânının en alt kademelerine kadar sıralanmış vazife organizasyonlarını yukarıdan aşağıya doğru kateder. (70) Bu sırada her organizasyon bir üstündekinden aldığı ışıkla kendi vazifelerini görürken, o ışığı bir alttaki organizasyonun vazife görme ihtiyaçlarına göre, alttaki o organizasyona da gönderir. (70) Böylece, vazife plânının bütün safha ve kademelerindeki organizasyonlar, kendilerine düşen vazifeleri yukarıdan gelen direktifin ışığı altında, yani Ünite’den gelen direktiflerle ifa ederler. (70) 

Aslî icap

Ünite

Aktif intibaklar

Kâinat ahengi

Yükümlülük

Tekâmül

Aslî Prensip